Gençleri hayata hazırlamak
19.09.2021
Hatırlarsanız, evvelki yazılarımdan birinde ‘gençlerin ülkemizde ve diğer ülkelerde hayata nasıl farklı hazırlandığı konusunu yazmak istiyorum’ demiştim.
Ben bir girişimci ve iş adamıyım, konu benim konum değil ama tabii ki bazı düşüncelerim var, izninizle paylaşayım.
Çocuk yetiştirmek konusunda gelişmiş diyebileceğim diğer ülkeler ile bizim ülke arasında gözlemlediğim en önemli farkı, onlar kendine güvenen ve bağımsız bireyler yetiştirmeyi bir başarı olarak görüyor, biz ise tam aksine bağımlı bireyler yetiştirmeyi diye özetleyebilirim.
Belki bunun Orta Doğulu tarafımızla ile ilişkisi olabilir, bilemiyorum.
Halbuki önemli ve zor olan kendine güvenen ve bağımsız bir birey yetiştirmek değil mi?
Bence çocuklarımıza müdahale etmemiz ve etmememiz gereken zamanları öğrenerek güzel bir başlangıç yapabiliriz konuya.
Bazen duvara çarpacağını bile bile izin verebilmeyi göze almamız gerekiyor çocuklara ve gençlere.
Anne ve babalar olarak önemli yanlışlarımızdan birinin, çocuklarımızın karşılaştığı her sorunu bizim çözmeye çalışma durumumuz olduğunu düşünüyorum.
Hatta bazen bu sorunları daha kolay bir hayata sahip olmalarını sağlamak için onlardan önce öngörüyor, tahminlerimizi ve çözümlerimizi sürekli paylaşarak, bazen de dayatarak yeşermekte olan özgüvenlerini zedeliyoruz sanırım.
Genelleyebilirim ki biz, çocuklarımızı fanus içinde büyüten ve bunu ne yazık ki ‘iyi’ zanneden bir milletiz.
“I’ve never met a strong person with an easy past.” Atticus (Ben hiç kolay geçmişi olmuş sağlam bir kişi ile tanışmadım)
Çocuklarımızı her gün ve her daim uyararak, onları, onlara çok gerekli bir çok beceriden mahrum bırakıyor ve bu yüzden onlar için çok önemli olan kendi kendilerine hareket edebilmeleri yeteneğini ellerinden alıyor olabilir miyiz acaba, lütfen bir düşünün.
Bağımsız bireyler yetiştirebilmek için ne zaman müdahale etmemiz gerektiğini ve ne zaman da uzaktan rehberlik yapmamız gerektiğini artık öğrenmemiz gerekiyor.
Kendine güven, çocuğa bu şekilde aşılanır bence.
Sevmediğim bir örnek var, paylaşayım.
Bizde düşen çocuk her koşulda yerden kaldırılır, halbuki birçok Avrupa ülkesinde gözlemlediğimde çocuklar kendileri kalkıyor, tekrar düşüyor, tekrar kalkıyor, tekrar düşüyor, tekrar kalkıyor, hiç de sorun olmuyor. Biz o fırsatı bile tanımıyoruz çocuğa, çünkü aslında buna fırsat gözüyle bakmıyoruz sanırım.
Saygı beklentisi ile itaat beklentisini de karıştırıyoruz. Bunu ben bile yapıyorum zaman zaman ama öğrenmeye ve yapmamaya çalışıyorum..
Ülkemizdeki klişe laflardan biri de; ‘ne gerek var‘.
Acaba hatalarından öğrenmesi için fırsat tanıyor muyuz ve bizden farklı düşüncelerini uygulamaları için alan bırakıyor muyuz onlara? Bazen üzülüyorum.
Bir nevî kendi sınırlarımızın ötesine geçmeyi yasaklıyor olabilir miyiz diye düşünmeden edemiyorum.
Çocuklarımızın ufak hatalar yapmasına engel oluyor ve kendi sağlıklı tercihlerini yapmayı öğrenmelerine de engel oluyoruz bu sayede.
Toplum olarak birbirimizi bu kadar çok tenkit etmemizin altında yatan asıl sebep de bu olabilir bence.
Tenkit etmek konusunda bu kadar ısrarcı iken çocuklarımızın hata yapmaktan korkmamasını beklemek hiç gerçekçi değil.
Sorumluluk almayı öğretmek de ayrı bir mesele.
Sorumluluk almaya almaya en basit, günlük zorluklarla bile başa çıkamaz olarak büyüyorlar.
Sosyal becerilerilerinin ve sosyal yeterliliklerinin gelişmesinin önemi de çok ama çok büyük.
Çocukların üniversiteyi bitirmeden hayata dahil olamaması durumu falan hep ‘bizim tarz‘a özgü bozukluklar.
Tabii ki bunun haklı sebebini sizden duyar gibi oluyorum; ‘sokaklar güvenli mi ki çocuklarımızı hayata dahil edelim’ diyorsunuz, haklısınız.
Amerika’da ya da Avrupa’da çocukların henüz lisede okurken staj yapması veya en azından harçlığını kazanmak üzere birden fazla işte çalışması takdir görürken, bizde bu işler soru işareti ile de karşılanabiliyor.
Bizde ‘güvenilecek bir dışarısı’ haricinde, ailenin çocuğu ile ilişkisinden maddi durumuna kadar her türlü konu sorgulanabiliyor toplum içinde, o da başka bir Orta Doğulu tarafımız olabilir.
Kabul ediyorum Türkiye’de bu iş çok zor. Üniversite mezunları kendi okudukları bölümlerde bile iş bulamıyorlar, hatta çoğu genç kendi istediği bölümde bile okuyamıyor mevcut sınav sistemi ile. Puanları nereyi tutarsa o bölüme giriyorlar. Neredeee lisedeyken staj yapmak.
Büyük kızım ve bazı arkadaşları Lizbon’da (özellikle ‘bağımsız’ olmayı sevenler) mesela garsonluk yapan var, sörf dükkanında çalışan, para biriktirip minik yatırımlar yapanlar, profesyonel spor yapanlar var, var oğlu var. Ama dediğim gibi Türkiye için küçük bir çevre haricinde şimdilik uzak hayaller bunlar.
Halbuki birey haline gelmenin ilk şartı kendi kendine yetebilmek, değil mi? Bu da kendine güven, sosyal beceriler, muhakeme, kendisi için seçim yapabilme gibi pek çok iyi özelliği beraberinde getiriyor.
Anne-baba korumasından üniversite bitene kadar çıkamamış bir çocuk ile öncesinde çalışmış, para kazanmış, farklı meslekleri denemiş ve farklı mekanlarda bulunmuş, bol bol da tökezleyip burnu sürtmüş bir bireyin sonraki hayatı aynı olur mu? (Ama bizde ‘Oxford vardı da biz mi okumadık’ durumu)
Kendi sorunlarımızı kendimiz çözdüğümüz, kendi kendimize yettiğimiz, kendi kararlarımız için başkalarını suçlamadığımız biri olmayı öğrendiğimiz bir yol aynı zamanda bu.
Ailemizin desteğini ne kadar uzun süre alırsak o kadar geç başlıyoruz hayata, düşününce bile üzücü geliyor bana.
Böyle böyle ne istediğini bilmeyen, tek başına yaşamayı beceremeyen, muhakeme yetenekleri gelişmeyen, mutsuz ve ‘etrafa şaşkın’ bir gençlik yetiştiriyoruz.
Haa, bir çok iyi yönümüz de var tabii ki.
Avrupalılar’dan ya da Amerikalılar’dan farklı olarak biraz fazla sevgi gösteriyoruz, evet.
O yüzden belki toplum olarak ruh sağlığımız daha farklı ve bir çok zorluğa hep birlikte biraz daha dirayetliyiz.
Ağlayan çocuğu yalnız bırakmayız, 18 yaşına geldi diye kapıya da koymayız. O yüzden içsel yapımız daha sağlam gibi. Darlıkta, yoklukta kenetlenmeyi de iyi biliriz.
Ama çocuklarımız birer yeni dünya vatandaşı olsun istiyorsak diyeceğim odur ki;
– Hatanın, öğrenme sürecinin önemli bir parçası olduğunu önce kendi davranışlarımızla çocuklarımıza göstermeliyiz.
– Hoş görülü olmalıyız.
– Başarının kıskanılacak değil, gıpta edilecek bir kavram olduğunu, başarısızlığın ise zaman zaman kaçınılmaz olduğunu ama aynı zamanda da ilerlemenin çok önemli bir yolu olduğunu onlara anlatmalıyız.
– Tenkid etmemeli, motive etmeliyiz.
– Anlatırlarsa dinlemeli, sorarlarsa söylemeliyiz.
– Mukayeseden kesinlikle kaçınmalıyız.
– Hayat görgülerini artırmak için onları küçük yaşta sanat, sinema, müzik ve spor ile tanıştırmalıyız.
– Yaşadıkları coğrafyayı ve dünya coğrafyasını çok iyi tanıyıp, toplumsal olarak bizi güçlü kılan ve aynı zamanda istismara açık olan yanlarımızı iyi algılamalarını sağlamalıyız.
Yani, kişisel ve toplumsal bilinci yüksek gençler yetiştirmeye daha fazla özen göstermeliyiz.
En başta yazdığım gibi konu benim konum değil, sadece düşüncelerimi sizinle paylaşmak istedim.
Bu konu hakkında derinlemesine bilgi sahibi okumak isteyenlere yakın arkadaşım Dr. Şirin Seçkin’in ‘Çocukta Rezilyans‘ kitabını öneririm.
Bu yazıma Şirin’den de bir paragraf rica ettim. Der ki…
Çocuğun kendi başına becerebildiği işlevleri engellemeyin. Örneğin çocuk yürüyebiliyorsa kucağa almayın, eliyle yemek yiyebiliyorsa siz yedirmeyin, çocuğun kendi sınırlarını zorlamasına destek olun. Onun yerine ödevini yapmayın. Kendi yapması konusunda sorumluluk alması gerektiğini öğretin. Aşırı korumacı davranmayın, hayatı kendisinin keşfetmesini teşvik edin. Helikopter ebeveynlik, yani sürekli çocuğu gözleyen ve herhangi bir tehlikeden sürekli korumaya çalışan ebeveynlik yapmayın. Kendi ayakları üzerinde durabilen, kendisine bakabilen, çevresini koruyan, arkadaşlarını kollayan, hayvanları ve doğayı seven, koruyan, empatisi yüksek, şefkatli, çevresine ve dünya duyarlı bir birey olarak yetişmesini hedefleyin.
Yazarın kafasının takıldığı alakasız bir konu:
Dilinizi yaban arısı soksun…
– Maça konsantre olunur ama çocuklar konsantresini kaybetmez, konsantrasyonunu kaybeder.
– Ev möbleli değildir, olmaz ya hadi oldu diyelim, olsa olsa möbledir.
– Baharatlar diye kitap yazılmaz, baharat zaten çoğuldur, tekili bahardır.
– ‘Eşek hoşaftan ne anlar’ ne demek, ‘eşek hoş laftan ne anlar’ diyeceksin.
– Saatler olsun değil, sıhhatler olsun, ama nerede.
– Aptala değil abdala malum olur.