MEHMET AKSEL'DEN

İşsizlik değil mesleksizlik

26.08.2021

Geçen gün sevgili dostum Emre (Doğu) ile koyu bir sohbete daldık. Konu dönüp dolaşıp işsizliğe gelince onun da sayesinde bu yazı çıktı. Bakalım sizin fikriniz ne olacak.

Canımız ülkemizde yıllardır dilimizden düşmeyen ve gün geçtikçe daha da derinleşen önemli sorunlarımızdan biri işsizlik.

 

Oranındaki endişe verici yükseklik de bu yüksekliğin devamlı surette bir artış eğiliminde olması da ayrı ayrı insanın içini acıtan bir hâl yaratıyor hepimizde.

Sözlükte ‘işsizliğin‘ tanımına baktım; “Herhangi bir ekonomik toplumda çalışmak istediği halde iş bulamayan yetişkinlerin bulunması durumu” diyor (Bunu kafanızın bir yerinde tutun lütfen, ‘çalışmak istediği halde iş bulamayan‘).

Resmi verilere göre bugün ülkemizdeki işsizlik oranı yüzde 13’ler (TÜİK) civarındaymış. Başka bir ifadeyle toplam işgücümüzün yaklaşık yüzde 87’si bir iş ve buna bağlı bir gelire sahipken yüzde 13 işsiz ve gelirsizmiş diyebiliriz bu aralar ülkemizde.

Buradaki oranının yaklaşık 4 milyon insanı (ve ailelerini) ifade ettiğini düşünürsek ne büyük bir felaketten söz ettiğimi daha iyi anlatabilirim sanırım.

Malum, hep deriz ya, “Hastalığı tedavi etmek için önce doğru teşhisi koyalım” diye. Bu benzetmeden de hareketle ülkemizde işsizlik sorunu olduğunu söylemek, buradaki hastalığa doğru teşhis koymak olur mu sizce?

Bence hayır.

Memlekette bir işsizlik sorunu olduğu aşikar, ama bu işsizliğin bir sonuç olduğunu unutmayalım lütfen.

Bu soruna/sonuca yol açan birkaç hastalık var maalesef ve bunlardan birinin (belki de en önemlisinin) adı ‘mesleksizlik‘.

Hadi yine hastalık metaforundan giderek açıklamaya çalışayım. Hapşırmak bir hastalık değildir, hastalığın adı nezledir. Hapşırmak ise nezleye yakalanmanın sonucu başımıza gelen bir durumdur. Bu yüzden de doktor hapşırmayı değil, nezleyi tedavi eder (Umarım yanlış bir benzetme yapmadım).

Bizdeki işsizlik de bir başka hastalığın, dediğim gibi belki de en önemlisinin, yani mesleksizliğin sonucudur bence.

Yanlış anlaşılmasın lütfen, dünyada mesleksizlik sebebine bağlı olmadan işsizlik sorunu yaşamış ya da yaşayan birçok ülke tabii ki vardır, bundan sonra da olacaktır, ama bizdeki işsizliğin baskın sebebi benim inancım odur ki mesleksizliktir. Böyle gözlemledim senelerce.

Tabii mesleksizlikten, ‘bir üretim faaliyetinde kullanılabilecek nitelikte, basit ve küçük çapta da olsa bir çeşit uzmanlık içeren bilgi ve beceriye sahip olmama hali‘ni kastediyorum.

Yine baktım, sözlükte ‘meslek‘ nasıl tanımlanmış diye, şöyle: “Bir kimsenin kendine temel çalışma alanı edindiği ve geçimini sağlamak için yaptığı sürekli iş.” Ne diyor? ‘Sürekli iş‘, yani iş sürdürülebilir olacak

Amaç tabii ki geçimi sağlamak, ama geçimimizi sağlamak üzere yaptığımız işin sürdürülebilir nitelikte olması da gerekiyor ki işimizi kaybetmeyelim, değil mi?

Peki bir iş nasıl sürdürülebilir kılınır?

Konuya basit olarak baktığımda bu sorunun son derece masif tek bir cevabı var bence, ‘işini iyi biliyor ve iyi yapıyor olmak.’  

Bugün işsizler ordumuza baktığımda, sebep temel neden olarak, ‘iş hayatının ihtiyaç duyduğu‘ nitelik ve nicelik profiline uygun insan kaynağı yokluğunu ve bu yokluğu sürdürmek için toplum olarak ölümüne kararlı inatçılığımızı görüyorum.

Bu arada mesleksizliği sakın eğitimsizlike karıştırmayın, aman haa…

Eğitimli mesleksizlerin de gayet azımsanmayacak bir oranda olduğunu düşünüyorum ülkemizde, çünkü maalesef bizdeki eğitimlerin pek azı öğrenciyi meslek sahibi yapıyor (Bakın bu da çok önemli bir problem).

Öğrenciyi teorik bilgiyle donatan, daha kültürlü, hatta daha görgülü bir birey olmasını sağlayan pek çok çeşit eğitim ve eğitim kurumu tabii ki var piyasada, ama bunların çoğu yanında/içinde bir meslek bilgisi ve becerisi içermiyor, vermiyor, veremiyor; bir düşünün lütfen.

Okulundan mezun olan pek çok kişi, para kazanacak bir meslek sahibi olmak için ilk işine ‘düz işçi‘ niteliğinde girerek orada bir meslek öğrenmek zorunda kalıyor genelde. O da becerebilen ya da becermek isteyenlerle sınırlı.

Eğitimli mesleksizlerin yanında bir de eğitimsiz mesleksizler var ki onların durumu daha da beter.

O ya da bu şekilde bir meslek sahibi olanın işsiz kalmadığı gerçeğini, elektrik ustası, terzi, muhasebe uzmanı, hasta bakıcı, garson, otobüs şoförü, bahçıvan vb. konularda etrafa bakınca bolca görebildiğimiz gibi, bu kişilerin herhangi bir sebepten işini kaybetse dahi kısa bir süre içinde yeni bir işyeri tarafından istihdam edildiğini ve bir şekilde çalışacak bir iş ya da ortam bulduğunu her zaman görüyoruz ya da duyuyoruz. Çünkü meslek sahibi kişiye ihtiyaç/talep aslında hiç bitmiyor.

Tüm bu düşüncelerimden hareketle memleketimizdeki işsizliğin ve işsizlerin artmasını meslek kazandırılamamış insanlarımızın sayısının gün be gün artmasına bağlıyorum doğal olarak.

Yazımın başlarında yüzde 13’lere varan işsizlik oranından bahsetmiştim ya, daha da beter, daha da çarpıcı olan ise yüzde 25’lere varan ‘genç işsizlik’ oranı.

Nüfusun yaklaşık yüzde 72’sinin (TÜİK) 18-25 yaş aralığında olduğu ülkemizde, sadece toplam işsizliğe değil, gençlerin işsizliğine ve çözümüne de ayrıca odaklanmak lazım bence.

Bu yaş aralığındaki gençlerin mesleki eğitimin tanımının da ne olduğunu bildiklerinden şüpheliyim aslında.

Bugün 18 yaşında bir gence baktığımda, müthiş bir ‘sınava hazırlık’ sarmalının içinde debelendiğini ve günlerinin, haftalarının, aylarının hatta yıllarının sınavlara odaklı bir akışta boşa geçtiğini görüyorum.

Kafasını derslerden ve sınavlardan kaldırıp da mevcut mesleklere ya da gelecekte ihtiyaç duyulacak mesleklerin hangileri olduğuna ya da bu mesleklerin nasıl yetkinlikler gerektirdiğine ve tabii ki bu mesleklerin ona açabileceği kariyer yollarına nasıl bakacak bu çocuk?

Daha da önemlisi, kendisini nispeten kuvvetli ve ilgili hissettiği konular ve yetkinlikler hakkında nasıl daha fazla bilgi edinebilecek? Kim yol gösterecek ona?

Okulların sağladığı içerikler çok çok çok ama çok yetersiz bu konularda. Aileler desen Allahlık…

Aslına bakarsanız ‘gençlerin ülkemizde ve gelişmiş ülkelerde hayata nasıl (farklı) hazırlandığı‘ da başlı başına üzerine eğilmemiz gereken harika bir konu ve eğer becerebilirsem bir sonraki yazımda bu konuyu detaylıca ele almak istiyorum.

Biliyorum çok sıkıcı bir yazı oldu bu özür dilerim, ama inanın ki konu çok önemli.

Haa tüm bu yazdıklarımın girişine ya da bitişine daha neler eklenebilir?

Köy Enstitüleri yazılabilir, Amerika’nın zamanında Köy Enstitüleri’ni kapatma hevesi üzerine bir yazı eklenebilir, ülkemiz insanının bitmez tükenmez üniversite diploması merakı yazılabilir ya da son zamanlarda moda olan liyakat(sızlık) konusuna değinilebilir vs, vs.

Ama bunları zaten siz de biliyorsunuz; bilmeyen ve merak edenler için ise Google burada.

Ben bildiğim ve inandığım konudan bitireyim yazımı.

Üniversite öğreniminin yararlarını önemsemiyor değilim. Fakat ihtiyaçtan fazla bilmem ne üniversitesi bilmem ne bölümü mezunu ‘mesleksiz‘ insan üreteceğimize, meslek okullarından mezun edeceğimiz ehil iş gücüne sahip ‘meslekli‘ insan yetiştirmemizin ülkenin geleceği açısından çok daha önemli olduğunu düşünüyorum.

Üzerine basa basa tekrar yazayım;

– Bu ülkenin daha fazla üniversiteye değil, daha fazla meslek okuluna ihtiyacı var.

– Bu ülke insanlarının gözünde ‘mesleki eğitim algısı‘nın düzeltilmesine ve yüceltilmesine ihtiyaç var.

– Bu ülkenin gençleri için mesleki eğitimin yeni baştan kurgulanmasına ihtiyaç var.

Entelektüel eğitim kadar, mesleki eğitimin de bu ülke için ne kadar elzem olduğunu lütfen idrak edelim artık; eğitimi yönetenler de, okulları kuranlar da, aileler de, eğitim alanlar da.

Yazarın kulak misafiri olduğu hayali sohbet:

Sanayici: Tekniker bulamıyorum.

İşletmeci: Muhasebe uzmanı bulamıyorum.

Tamirci: Kalfa bulamıyorum.

Pazarlamacı: Grafik tasarımcı bulamıyorum.

Marangoz: CNC operatörü bulamıyorum.

Depocu: Forklift sürücüsü bulamıyorum.

Gümrükçü: TAREKS uzmanı bulamıyorum.

Genç: İş bulamıyorum.

İşveren: Oğlum, evladım, ne iş yaparsın sen?

Genç: Ne iş olsa yaparım abi (Tercümesi: Hiçbir iş bilmiyorum).