MEHMET AKSEL'DEN

Kaliteli ve uzun yaşam

17.06.2021

Bir ay kadar evvel Serdar Turgut’un üst üste yazdığı iki güzel konu var aklımda; birincisi ‘daha uzun yaşamak’, ikincisi ise ‘hayat kalitesini artırmak.’

İki yazısında da dediklerine katılıyorum. Zaten bu konuların birbiriyle bağlantılı, hatta iç içe olduğunu hissetmişimdir.

 

Turgut, hayat kalitesini artırma konusunu, şehirlerin (sanırım Avrupa) yaşayanlarına yaklaşımı açısından ele almış. Bisiklet kullanımı, bu kullanımın konfor ölçümlemesi, insanların bisiklet kullanırken duyabileceği ihtiyaçların düşünülüp karşılanmasındaki detaylara bile dikkat edilip emek harcanmasına göre değerlendirmiş.

Yazısını “İstanbul’da hepimizin bu tür hayatı hak ettiğini ve ben göremeyecek de olsam bir gün bunun mutlaka olacağını biliyorum” diyerek bitirmiş. Gönül yazdıklarını istese de akıl ‘hop’ diyor.

Bence İstanbul gündelik yaşamak için çok yorucu bir şehir. New York ya da Londra da yorucu şehirler ama İstanbul’un kendine has bir alaturka yoruculuğu, bir Ortadoğu kültürü var. Hatta bu son zamanlarda daha da belirginleşti. Serdar Turgut’un “Cok ileride olacak mutlaka” dediği ‘kaliteli hayat’ın hangi dip noktadan sekip de yükselmeye başlayacağını üzgünüm ama kestiremiyorum ne yazık ki.

Arkadaşlarım bilir, 60’lar, 70’lerin o masum yaşamını seven ve özleyen biriyimdir. O senelerin filmlerindeki naiflik, Cem Yılmaz’ın ilk gösterisine konu olan ‘TRT ağızıyla konuşma’ hep içimi okşamıştır. Çocukluğum da 70’lerden 80’lere doğru olduğundan, ne bileyim o zamanlardaki yaşayış biçimi bana hep ‘Daha masumdu o zamanlar‘ hissini vermiştir.

Şimdi saygı, ara ki bulasın. Sevgi, hak getire. Hürmet, en son ne zaman duyduğumu hatırlamıyorum bile. Böyle olduğunda da ister bisikletli olun ister motorlu, ister yaya, insanlarla birlikte olmak zorunda olduğunuz her an karmaşa, telaş ve buna benzer olguların üzerinizde oluşturduğu stresle yaşıyorsunuz.

Serdar Turgut sondan bir evvelki paragrafını, “Ben daha az ve daha kaliteli, düşünceli tüketmek ile gelebilecek hayatların planlı ve programlı olarak ortak yaşam alanlarında yükseltilmesi yollarının peşindeyim” diyerek bitirmiş.

Bahsettiği tarz düşünceli bir tüketimin planlı ve programlı yaşam alanlarına yükseltilmesini bilemem ama kişilerin ufak ufak da olsa bu konuda bilgilenmeye ve bilinçlenmeye başladığını düşünüyorum.

Gelelim insan hayatının benim için en önemli ve Turgut’un bu yazısında değinmediği ‘dolu dolu yaşamak’ kısmına.

Tabii ki uzun ve sağlıklı yaşamak güzel.

Tabii ki hem ortak alanlarda sunulabilen olanaklarla hem de bireysel bilincimizle kaliteli yaşamak, yaşamaya çalışmak güzel.

Ama bir de dolu dolu yaşamak var ki kendi adıma bu üçü arasında benim en kıymet verdiğim.

TED konuşmamı dinleyenler bilir, iş hayatımda üç değişik sektörün tadına baktım.

İlk işim otomobildi. 1987- 994 arası yedi yıl kadar otomobil bayiliği yaptım, yaptığım sporlardan da bahsedeceğim birazdan ama şimdi söylemek istediğim şu: Hem otomobil satan hem de otomobil yarışı yapan biri olarak çok çok çok keyif aldığım bir işim ve gençliğim oldu o yıllarda.

93 krizinde varımı yoğumu kaybettim.

Sonra yiyecek içecek işine girdim ve ikisi küçük üç restoran sahibi oldum. Tesadüf olsa gerek yedi yıl kadar da bu sektörü deneyimlemişim. Restoranların açıldığı günler ve dolduğu günler, rezervasyonların haftalar evvelinden olduğu zamanlar (tesadüf Serdar Turgut’un hakkımda yazdığı bir yazı sebep olmuştu sağolsun) en güzel günlerimdi.

Çalıntılar çırpıntılar, yanlışlıklar aksaklıklar, ömrümden ömür aldığı günler de oldu. Ama geneline baktığımda müthiş bir tecrübe oldu benim için.

2001 krizinde ikinci iflasımı yaşadım.

Evet iki büyük iflas yaşadım hayatımda ve çok zor günler de geçirdim bu zamanlarda, çok keyifli günler de.

Şimdi MSA var ve eğitim sektöründeyim. Aslında bütün bu MSA fikri, hayatım boyunca etrafımda gördüğüm ve hissettiğim eğitimsiz personel ihtiyacından alevlendi.

MSA büyüdü, yaptıkları Türkiye sınırlarını hak ederek aştı ve artık İstanbul’un yanına Moskova, Viyana, Lizbon ve diğerleri gelmek üzere.

MSA’da edindiğimiz bilgi birikim ve kurduğumuz sistem, başka meslek guruplarında da eğitime dönüşmek üzere. Mutfak sanatları hariç üç farklı konuda daha İstanbul başlangıçlı meslek okulları yolda.

MSA yolda başka uğraşlara da sebep oldu bizim için. Bir yazımda bahsettiğim müthiş bir müzesi ve kütüphanesi, son zamanlarda çok konuşulan radyosu, Sabancı Müzesi içindeki eğitim restoranı ve tabii başka bir kıymetlimiz global organizasyon becerileriyle her yaptığından ayrı bir tecrübe, ayrı bir keyif, ayrı bir gurur yaşatıyor MSA; hem bana, hem de çalışma arkadaşlarıma.

Hadi biraz da spordan bahsedeyim.

Hem belim hem boynum ameliyatlı, ikisi de fıtıktan, hatta bir tanesi iki kere operasyon geçirdi.

30 küsur sene ata binip yüzlerce kere attan düşünce böyle olması normal olsa gerek. Eyer üzerinde aldığın ters darbeler de cabası.

Balkan şampiyonluğundan Türkiye şampiyonluklarına, isim kupalarından kulüp müsabakalarına, unutulmaz bir binicilik hayatım oldu. Başarılarım, yenilgilerim, doğrularım ve yanlışlarımla ve de can dostu arkadaşlarımla bir daha dünyaya gelsem bir gününden bile feragat etmezdim diyebileceğim bir heybem var binicilikle dolu.

On küsür yıl otomobil sporlarıyla uğraştım, ralli de vardı hayatımda Formula 3 de. Devamlı oturduğun ve oturuşunun devamlı darbeye maruz kaldığı bir spor daha.

Kazandığım yarışlar da oldu, kaybettiklerim de. Finish’i geçebildiklerim de oldu, hastanede gözümü açtıklarım da. Ama bir gününü bile pişmanlıkla hatırlamam.

Ha bu arada iki önemli sayılabilecek yarış kazası girince işin içine, koy sepete bir kafatası kırığı ve birkaç kaburga kırığı daha.

Otomobil sporunun içinde olunca go-kartsız edemiyorsunuz, aslında tüm otomobil sporları arasında en zevklisi. Tabii benim gibi kaburga korumasız binmişseniz, çatır çutur… Herhalde 5-10 kaburgamı da orada kırmışımdır.

Bir de İzmir’de bir yarışta kör noktada stop eden bir yarışçıya arkadan çarpınca ellerim direksiyonda yakalandığımdan iki bileğim kırılmıştı.

Hep yarış mı olacak, keyif zamanları da var. Ormanda ATV’den düştüm, omuzum kırıldı, Büyükada’da trotinete’ten düştüm, kürek kemiğim kırıldı.

Bunlar düşündüğümde aklıma ilk gelenler, siz bir de gelmeyenleri düşünün!

Biraz da gezmek tozmaktan…

En parasız, en can sıkkın zamanlarımda bile hem Türkiye’yi hem Avrupa’yı, hem motosiklet hem de otomobille karış karış gezmeye, paramın yettiği ya da yetmediği her fırsatta birçok farklı ülkeyi görmeye gayret ettim.

O çocuksu bir şeyler yapma isteğim hiçbir zorlukta depresyona girmeme ve pes etmeme izin vermedi.

Karımla tanıştığımızda onu akşam yemeğe götürecek para yoktu cebimde ama şimdi aşık olduğumuz bir işimiz (ve bu işle ilgili hayallerimiz), aşık olduğumuz iki kızımız (ve onlarla ilgili hayallerimiz), aşık olduğumuz bir yuvamız (ve ileriye dönük hayallerimiz) ve bunları mümkün olduğunca sağlıklı ve uzun sürdürebilme dikkatimiz ve dileğimiz var.

Ve tabii ki dostlar, arkadaşlar. Becerebildiğimizde yardım edebildiğimiz insanlar. Ne daha güzel bir birikim, ne daha zengin bir doluluk olabilir ki?

Ağaç ve Orman başlıklı bir önceki yazımda şimdi Michigan’da yaşayan 40 küsür yıllık bir arkadaşımdan, Sibel’den bahsetmiştim.

Sibel bir terapist, uzun yılların tecrübesi sonucunda, daha çok  geçmişinde travma yaşamış, örneğin bir kayıp yaşamış ya da kronik veya ölümcül hastalığa yakalanmış kişilerle çalışıyor, hatta tercih ediyor bile denebilir (Ben böyle anladım). Onlara psikolojik danışmanlık veriyor. Bu disiplinin adı da psikoterapi…

Dalyan’da tekneyle gezinirken bir ara sohbetimizin konusu (danışanlarının mahremiyetine hiç girmeden) yakında öleceğini bilen insanların memnuniyet ve pişmanlıkları olmuştu.

Bir ay ya da altı ay sonra öleceğini bilip kendini buna hazırlamaya çalışan (nasıl hazırlanılırsa buna) hiç kimsenin paradan puldan, daireden otomobilden bahsettiğini duymamış. Sadece ve sadece ailelerinden, arkadaşlarından, gezip gördüklerinden ve yaşadıklarından yana mutluluk ya da üzüntülerinden bahsediyorlarmış.

Satın alamadıkları mallardan değil kırdıkları insanlardan dolayıymış pişmanlıkları.

İşlerini büyütmüşlüklerinden değil, dostluklarını ve hatıralarını büyüttüklerinden dolayıymış mutlulukları.

Yaşadığım seneler hem vücudumda sayısız kırık, hem de beynimde sayısız iz bıraktı.

Pişman mıyım? Hiç.

Dolu dolu yaşıyor muyum? Galiba.

Kaliteli yaşıyor muyum? Elimden geldiğince.

Uzun yaşayacak mıyım? Umarım.