MEHMET AKSEL'DEN

Bankacılık-KOBİ ilişkisi: Hüzünlü bir aşk hikayesi

25.02.2021

Sıklıkla konuşmalara davet ediliyorum.

En çok okullara gitmeyi, öğrencilerle sohbet etmeyi seviyorum. Hele konuşma sonunda bana akıllı sorular sormalarından ise “İçimin yağları eriyor” denir ya öyle zevk alıyorum.

 

Konuşacağım konuya hep iyi hazırlanmaya çalışıyorum. Konuşmamı tasarlıyor, yazıyor ve özellikle de kafalarda yer etmesini tercih ettiğim noktalar için keskin, akılda kalacak çarpıcılıkta kelime ve deyimler seçmeye gayret ediyorum (Şimdi de yazılarıma aynı özeni gösteriyorum).

Genelde konuşmam istenen ya da bilgim olduğu düşünülen konular şunlar: Girişimcilik, KOBİ’ler, mesleki eğitim, mutfak ya da spor. Nadiren de koleksiyonlar.

Öyle ya hayatımda en çok değdiğim konular bunlar.

Bunların arasında en çok merak edilen ise girişimcilik ve KOBİ’ler.

Konu bunlar olduğunda da garip ama iş hep dönüp dolaşıp para bulmaya geliyor.

Para bulma konusundaki endişelerini haklı buluyor muyum? Biraz evet, biraz hayır.

Kısacık açayım…

 – Biraz evet: Çünkü fikrin hayata geçmesi ve büyümesi için her zaman finansal bir can suyuna ihtiyaç var.

 – Biraz hayır: Çünkü ben ‘Fikriniz ve tutkunuz olsun, para bir şekilde bulunur’ gezegeninden geliyorum.

Geleyim sadede… Bugün konum, KOBİ’ler nasıl para bulur ya da neden bulamaz.

Hatırlıyorum da seneler önce Mutfak Sanatları Akademisi’ni (MSA) kurarken bankacı bir arkadaşım (genel müdürlükten), “Projen gayet sıradışı ve yaratıcı, biz KOBİ’lere çok önem veren bir bankayız, KOBİ’ler ve KOBİ bankacılığı hakkındaki fikirlerini bizimle paylaşırsan çok memnun oluruz” demişti ve toplantılarında bir konuşma yapmamı rica etmişti.

İyi şeyler söyleyeceğimi sandı sanırım.

Aslında ben parayla pulla pek ilgisi olmayan bi adamımdır. Ne gelişinden anlarım ne gidişinden ne biriktirilmesinden ne de çalıştırılmasından.

30 senelik iş hayatımda, hep bağımsız bir girişimci ve iş kurucu oldum. Hala da öyleyim, kurmaya devam ediyorum.

Illinois Üniversitesi 1952 mezunu babam, Türkiye’nin o zaman için parmakla sayılan yurt dışı müteahhitlerindendi. Irak-Türkiye Petrol Boru Hattı’nın büyük bölümünü, Mannesmann’ın alt yüklenicisi olarak o tamamladı. Bir, bazen bir buçuk ay babamı görmediğimi, yıldırım telefon yazdırdığımız halde, konuşabilmek için annemle beraber iki gün telefon başında beklediğimizi bilirim. Belki de bu yüzden sevemedim şantiye işlerini ve makine parklarını.

Birinci iflas

İlk işletmemi 21 yaşımda kurdum. 89 senesinde, Amerika’dan dönmüş ve babamın işlerine girmek ‘istemeyen’ bir edayla ne yapabilirim diye düşünürken yokluğumda vefat eden babaannemin Levent’te cadde üstündeki evinde, Amerika’dayken gördüğüm işletmeler modelinde, müşteri memnuniyetine odaklı bir otomobil bayii kurdum.

Japonların Suzuki bayiiliğiyle başlayan bu otomobil maceram, birkaç sene sonra Fransızların gelip “Sen İstanbul’un iyi satan bayilerinden birisin, zaten yarıştığın otomobil de Peugeot, gel seni Peugeot bayii yapalım” demesiyle farklı bir markaya ve farklı bir kültüre atladı.

Kredi aldım (ipotekle), teminat mektubu aldım (ipotekle), 94 yılına kadar hep çok iyi satış rakamları yakalayan bir bayiiydim. Nisan 94’te, bu sene işler harika gitti, güzel bir tatili hak ettim derken krizde üç dört senenin birikimini kaybettim ve elimdeki bütün otomobilleri yok pahasına elden çıkartmak zorunda kaldım.

Bu birinci iflasımdı.

Can sıkıntısını atlattığımda, merhum Tuğrul Şavkay’la tanışmış, yiyecek içecek sektörüne ilgi duymaya başlamış ve altı ay içinde Tuğrul abiyle birlikte borç harç ilk restoranımızı açmıştık bile. Bir sene içinde iki restoran oldu. Harika gidiyordu işler.

İçinde kiracı olduğumuz bina ‘topu atınca’ Tuğrul abinin de keyfi kaçtı.

İkinci iflas

Yalnızdım artık. Azıcık birikimim de vardı. Daha iyi ve daha farklı, özel bir şeyler yapmalıydım. 200 bin dolar benden, 300 bin dolar da banka kredisinden deyip yine ipotekler, yine bilmem neler, 2001 senesinin başında, 500 bin dolara, Türkiye’de hala eşi olmayan bir alt ve üst yapıya sahip (inanın hala yok), Nişantaşı’ndaki restoranımı açtım.

Açtığımın ertesi günü anayasa kitapçığı masada el değiştirince sağolsun, yakalandığım ikinci krizde, 620 bin liradan başladığım 10 bin 500 dolarlık leasing ödemelerini, devam eden aylarda 1 milyon 500 bin liralar civarında 10 bin 500 dolarlar ödeyerek tamamladım.

Bu da ikinci iflasımdı.

Tarihte 16 tane Türk devleti kurulup sonuncusu hariç her birinin tek tek ortadan kalkmasının bir başarı olup olmadığı sıkça tartışılır. Bu örnekten yola çıkarak son 30 senede durmadan şirket kurup yılmadan girişimcilik ruhumu canlı tutmamın takdir edilecek bir şey olup olmadığına siz karar verin lütfen.

Bu benim hikayem. Ama herkes benim kadar şanslı olamayabiliyor, ailesinden kalan bir-iki gayrimenkulü olsun, ipotekle para alsın, tırmalasın, tırmalasın, tırmalasın, ama bol bol da tırmalansın.

Yoktu o zamanlarda öyle melek yatırımcı, girişim sermayesi, özel sermaye falan filan, yeni yeni çıktı o işler (Zaten olsaydı bana uyar mıydı, o da başka hikaye).

Para gerektiğinde bankalar nasıldır…

Şimdi size hem MSA’nın fikir aşamasından kuruluşuna ve büyümesine kadar yaşadıklarımdan hem de seneler içinde benzer örneklerde gördüklerimden, Türkiye’deki bankacılık-KOBİ ilişkileri nedir, para gerektiğinde nasıldır bankalar, benim gözümden aktarayım müsadenizle.

Tabii anlatacaklarım daha ziyade ‘küçük işletmeler ve bankacılık’ ağırlıklı olacaktır ama, ortaboy işletmelerin de aynı problemleri yaşadığını yakinen biliyorum ve takip ediyorum.

Bi kere şunu açıkça belirtmem lazım ki bankaların KOBİ aşkı konjonktürel bir hikaye. Öyle ya banka dediğiniz nanenin iş modeli ipotek ya da farklı bir teminata dayalı para satmak.

Sloganı: KOBİ’lerin yanındayız

Tercümesi: İpoteğin kadar konuş abi

Bulabildiğim üç cevap

Bakmayın siz öyle KOBİ’lerin ‘Yanındayız’ falan reklamlarına. ‘Banka neden KOBİ’lerin yanında olur ki ya da ne zaman KOBİ’lerin yanında olur ki?’ diye sormak lazım.

Bulabildiğim üç cevabı var.

1- Ekonomi iyidir, büyüme oranı yüksektir, bankanın da elinde atıl fon vardır ve büyümeye bağlı olarak bankanın risk iştahı kabarıktır,

2- Devlet KOBİ’lere verilecek kredilere destek ya da garanti sağlamıştır, kredinin bir kısmı için bankanın tuzu kurudur, kuru olmayan kısmını da zaten yine ipotek ya da benzer başka teminatlarla sizden köküne kadar garantiye alır,

3- Aslına bakarsanız bankaların KOBİ aşkı ‘tamamen duygusal’dır. Yaptıkları işlemlerden büyük şirketlere oranla daha fazla faiz ve daha fazla komisyon aldıkları ve büyük şirketlere kıyasla pazarlık gücü düşük, nakde sıkışmış KOBİ’lerden daha fazla kar ettikleri için kredi kullandırılabilecek KOBİ’ler değerlidir bankalar için.

Bu üçü (ya da aklıma gelmeyen dört ve beşincisi) dışında kapik işlemez KOBİ’lere.

Diyeceksiniz ki banka n’apsın, fikre dayalı fon sağlamak bankanın işi değildir, girişim sermayesi fonları, melek yatırımcılar ya da özel sermaye şirketleri vardır bu işler için.

Evet ama KOBİ’lere uymaz bu, o daha çok girişimci işidir. KOBİ’ysen ve potansiyelin de varsa nadiren melek yatırımcı vb. kapısı çalabilirsin. Zaten onlara da Türkiye’de kaç kişi ulaşabilir, nasıl ulaşabilir? Bu da önemli bir problem.

Bir de bu üçlü (fon, yatırımcı ve özel sermaye) doğal olarak işe ortak olmak, işin içinde olmak, hızlı büyüme, hızlı kar ve hızlı çıkış ister.

Hızlı büyüyebileceğine inanan ve bir noktada şirketini satarak yatırımcılarına para kazandırabileceğini düşünen girişimciler için hisse karşılığı yatırım almak doğru bir strateji olabilir. 

Ama yatırım almak unutulmamalıdır ki ortak almaktır ve yatırımcınızın işinize de karışacağını önceden kabul etmek demektir.

Hadi buyur bakalım… Çoğu girişimci ve KOBİ için bir problem de şudur: Ya ortak istemiyorsa adam yanında? Öyle ya paylaşmak istemiyor adam fikrini, emeğini, işini; mecbur mu?

Adam ya da kadın, inandığı işi tek başına yapmak istiyor, ortak mortak istemiyor, satmak da istemiyor, işine karışılsın da istemiyor. N’apacağız şimdi?

O zaman da kalırsın ‘KOBİ’lerin yanındayız’ reklamı yapan bankalara.

Hadi şimdi bi bakalım bakalım: KOBİ nedir?

KOBİ olarak adlandırdığınız oluşumlar ya mal ve hizmet satan küçük veya orta boy kişisel teşebbüslerdirler ya da az sayıda ortaklı ufak şirket ve imalathaneler. Çoğu birinci nesil, 10-15 senelik geçmişi bulunan, ufak girişimlerdir.

Kronik bir şekilde finansman sıkıntısı çeken bu şirketlerin birikimi de sıfıra yakındır. Derinlikleri yoktur ve günlük yaşarlar. Ekonomik krizlere dayanma güçleri de çok düşüktür. Şaşmaz bir şekilde dört beş senede bir Türk ekonomisine musallat olan periyodik krizlerden hep nasiplerini alırlar. Her seferinde binlercesi kapanır. Tabiri caiz ise ülke genelinde yangında ilk feda edilenlerdirler.

Sıkıntı olduğunda yapabildikleri tek şeyi yapar, gayrimenkul veya altın satar, annecim babacım der, yastık altına bakarlar. Mali problemlerini öz kaynaklarıyla karşılamaya çalışırlar.

Gülümseten tarafları da vardır KOBİ’lerin. Patron şirketi oldukları için çok daha esnektirler, çabuk karar verir ve uygulamaya koyarlar. İmalat ve işletme maliyetleri de büyük şirketlere göre düşüktür. Bundan dolayı rekabet edebilmek için daha çok şansları vardır. Türk insanının yaratıcı gücü ve azmini, zor zamanlarına tanık olduğunuz KOBİ’lerde sıkça görebilirsiniz.

Peki bankalar için KOBİ nedir, hadi bir de ona bakalım.

Dedim ya konjonktüreldir diye…

Bazen dönem olur bankalar hazine işlerinden ve yüksek enflasyondan para kazanır, bazen de hazine operasyonlarıyla ilgili karları ciddi şekilde azalır ve KOBİ’ler ve diğer küçük işletmeler kıymete biner bankalar için. Hele iyi KOBİ’ler iyice kıymete biner, itibarlı müşteri haline gelir.

Bir dönem “Neden uğraşayım bunlarla” diyen bankalar, bir başka dönem KOBİ’lerin peşinden koşar, ihtiyaçlarını düşünür ve reklam verir olur.

Hah işte tam bu anda da malum olan terslik ilan olur bence ve KOBİ-banka ekseninde iskeleti oluşturan kredi ilişkileri, bir türlü sağlıklı bir zemine oturtulamaz.

Doğru dürüst bir aksiyon planı yoktur çoğu KOBİ’nin. Birçok KOBİ’de istihbarat zor, terslik anında tahsilat zor, doğru düzgün tutulan bir kayıt yok, hesap yok. 500 bin lira ciro yapar, defterde 50 bin liraya rastlamazsın. Haciz koyamazsın, batsa bulamazsın (hukuk sisteminin de zorlukları).

KOBİ’ler hep baş ağrısı olmuştur bankalar için. Senelerce de böyle gitmiştir. Herhalde sistem ve ülkenin şartları onların böyle olmasına neden olmuştur.

‘Ay’a gideceğim’ desen tapu fotokopisi isterler

Sonuçta çalışmaz bu sistem. Türkiye’de bankanın karşısına çıkıp “Benim harika bir işim var, eski transistörlü radyoları bozup uzay mekiği yapıyorum, seneye Ay’a gideceğim, projeme biraz para lazım” dedin mi, şirketin son bilmem kaç senelik evraklarının tamamını, geçen ay ödenmiş elektrik, su, gaz faturalarının fotokopilerini ve size ait tapuların fotokopilerini isterler. “Ay’a gideceğim” dediğin projenin kendisi hariç, her türlü soruyu sorarlar.

Projenin ve fikrin hiçbir önemi yoktur banka için. Hiçbir aşamada samimi olarak fikir konuşulmaz. Dahası bu krediyi onaylayacak orta kademedeki yöneticiler risk almamak için adamın mal varlığına gaddarca ipotek koyarak kendini garantiye almak ister. Birçok proje ve belki de harika fikir finans sıkıntısından ölür bu nedenle.

İşte benim asıl gelmek istediğim sonuç da buydu: Ölür.

Türkiye’de birçok proje ve belki de harika fikir finansal yetersizlikten ölüyor, ya da doğamıyor bile ne yazık ki. O da bir şekilde ölüm, değil mi?

Olması gereken

Aslında olması gereken nedir?

Şudur:

“Bir makine yapıyorum, millet bir adımda on adımlık yol gidiyor” dediniz mi karşı tarafın bunu değerlendirebilecek bir uzmanı olmalı, işin fizibilitesi yapılmalı ve hatta belki bazı konularda eğer ihtiyaç varsa girişimci ya da KOBİ’ye yol göstermelidir. Proje eğer kıymetli bulunduysa fikre sahip çıkılmalı, böylece değer üstüne değer kazanmalı ve yücelmelidir.

Bu sayede hem KOBİ’nin işi görülmeli, hem de karşı taraf hakkıyla para kazanmalıdır. 

Sonuçta ülke kazanacak, yeni bir iş kurulmuş ya da büyümüş olacak, yeni bir istihdam alanı oluşmuş ya da artmış olacak ve bunlara bağlı olarak da memleket ekonomisine ufak ya da büyük katkı sağlanacaktır.

Unutulmamalıdır ki 80’lerde Microsoft, Dell ve Apple dahil Nasdaq’ı oluşturan şirketlerin neredeyse tamamı, KOBİ tanımına birebir uyuyordu.

Toparlamam gerekirse:

Normalde bankaların kredi vermesinin sebebi insanlara ve kurumlara destek sağlamak ve bu arada tabii ki haklı olarak para kazanmak iken ülkemizde bankalar, insanların finansal güçlüklerini değerlendirerek mahvolması pahasına sırtlarından para kazanmayı meşru bir davranış gibi algılamaktadır.

Elbette bankaları ne garantili yatırım yapmak ne de para kazanmakla suçluyorum.

Ama bu şekilde de o bolca reklamı yapılan KOBİ-banka ilişkisinin de çıkmaz bir sokakta olduğunu düşünüyorum.

Demem o ki bankalar Türkiye’deki bu boşluğu dolduramıyor. Bu aşikar.

Halbuki Avrupa’da banka iş planınızı beğenirse ipoteksiz kredi verir. Beğenmezse tabii ki vermez (Çözüm fikrimi bu konu üzerinden önereceğim).

Ama sen istediğin kadar tapu/ipotek koy dosyaya, Avrupa’da genel bankacılık kuralları ve anlayışına göre eğer bir şirketin iş planı ve bilançosu alınacak bir krediyi geri ödemek için yeterli görülmezse kredi verilmez.

Banka, “Bilanço ve iş planınız yetersiz, ama ille de ‘Ödeyeceğim’ diyorsanız siz bize gayrimenkul ipoteği verin, biz de size kredi verelim’ demez (Zaten gayrimenkul ipoteği alıp kredi vermeye ‘mortgage’ denir ve bu, insanları ev, işyeri ya da mülk sahibi yapmak için kullanılan bir modeldir).

Sonuç:

KOBİ’ler ekonominin bu kadar büyük bir yüzdesini oluştururken finansman seçeneklerinin bu kadar kısıtlı olması onlar için çok üzücü bir durum.

Görelim:

Avrupa ekonomisinin çok güçlü olma sebeplerinden biri ve belki de en önemlisi KOBİ’lerdir. Avrupalı hükümetler bünyedeki 25 milyon KOBİ ve çalışanının vergi üretmesini ve ekonomiye can katmasını önemser, el üzerinde tutar KOBİ’lerini. Bakınız statista.com

Çözüm notları

Yazarın çözüm notları:

 – Devlet KOBİ’lerin değerini gözden geçirip kriterleri çok iyi ve kesin belirleyerek yardım için bankalara destek verirse bankacılık sektörü daha büyük finansmanlarda kullandığı ‘proje finansmanı’ departmanlarının bir benzerini KOBİ’ler için de kurabilir. Ama devletin bunu konjonktürel olarak değil, sürdürülebilir bir hizmet olarak yapması lazım ki bankalar da bu bölümleri kursun ve bu meblağlar da doğru ve gerçekten ihtiyacı olan adreslere gitsin (Son cümle çok önemli bir detay barındırıyor, dikkat).

 – Devlet bir kenara, bankacılık sisteminin de kendine bir çekidüzen verip ‘teminat bankacılığı’ körlüğünden sıyrılarak ‘proje finansman bankacılığı’ seviyesine çıkması lazım.

 – Yurt dışında birçok ülkede KOBİ’ler için devletin çıkarttığı vergi avantajları ve değişik tipte borçlanma seçenekleri mevcut; bunlar örnek alınabilir, hatta geliştirilebilir bile.

 – KOSGEB ve benzer kuruluşların (varsa) kendini yeni gerçeklere ve gerçekçi rakamlara göre tekrar yapılandırması lazım bence.

Yazarın (iğne/çuvaldız) notu:

Artık KOBİ’ler de kendini toparlamalı ve değişen dünya şartlarına analog ya da dijital nasıl daha iyi adapte olabilir, bi bakmalı.