Biz işimize bakalım
30.12.2021
Zor günler geçiriyoruz.
Aslında, “Yine zor günler geçiriyoruz” diye başlamalıydım cümleye, çünkü bu ülkenin son 50 yıllık zaman dilimi içinde neler neler atlattığını gördüm, say say bitmez.
Savaş da gördüm darbe de, deprem de gördüm pandemi de, anarşi de gördüm terör de, kriz de gördüm Ecevit’in, Demirel’in, Özal’ın, Çiller’in ve Erdoğan’ın yönetimlerini de.
Bir hayat geçiyor ve ne yazık ki ülkem devamlı bir girdap, bir fırtına içinde…
Biraz coğrafyamızın, biraz inançlarımızın, biraz da karakterimizin mağduruyuz bence.
Keşke Atatürk öldükten sonra da bize layık gördüğü, kurmak istediği ve nispeten de kurduğu yapıyı devam ettirip daha ileri taşıyacak bir kurumsal yapıyı içselleştiren bir bilince ve bu bilinç doğrultusunda hareket eden yönetici ve yönetimlere ve uzun vadeli eğitim politikalarına sahip olabilseydik…
Dost sohbetlerinde hep bahsederim; yönetenlerin birçoğunun elinde tarihe geçmek için fırsat varmış ama ne yazık ki kişisel hırsları, yetersizlikleri, ideolojik saplantıları ve yanlışlarından kaynaklanan muhtaçlıklar yüzünden bir türlü çuvalı yırtamamışız, hala yırtamıyoruz.
Mehmet Y. Yılmaz, “Vatandaşı olmasak çok eğleneceğimiz bir ülkede yaşıyoruz aslında” diyordu geçen gün T24’te yayınlanan yazısında.
Cümlenin birinci kısmına kısmen, ikinci kısmına tamamen katılıyorum.
Evet dar gelirli insanımız için çok zor olduğunu biliyorum, evet atmosferin yorucu bazen boğucu olabildiğini de biliyorum ama her gün başka bir senaryoya uyum sağlamak zorunda olduğumuz ve devamlı adrenalin salgıladığımız bir ülke olduğu için de seviyorum burayı.
Geçen hafta MSA öğrencileriyle işletmecilik eğitimi derslerinden birinde bir araya geldik.
Salonda pırıl pırıl gençler de vardı, orta yaşlılar da.
Dersin başında hepsinin neler yapmak istediğini birer ikişer cümleyle anlamaya çalıştım.
Aralarında kendi işletmesini açmak isteyenler de vardı, işletmesini toparlamak isteyen de. Aşçılık ya da pasta-ekmekçilik, chef & owner okuyanlar da vardı, danışmanlık yapanlar da.
2004’ten beri her sene bir sohbet dersim var, ilk kez bu son derste öğrencilerin çoğunda karamsarlık ve çekingenlik hissettim.
Herkesin kendi işine bakmasından, kendi hedeflerine odaklanmasından yana biri olarak anlayış ve tatlılıkla karşı çıktım düşüncelerine.
Bu ruh halini hemen terk etmelerini, bu olumsuz kafa yapısından acilen sıyrılmalarını önerdim.
Seneler önce bir Ted X konuşmam olmuştu.
Biraz alıntı yapayım müsaadenizle:
“Hepimiz, gündelik uğraşılarımızdan başlayıp tüm hayat planlarımıza kadar, güzel bir şeyler yapmaya uğraşıp duruyoruz yaşamımızda.
Etraf ise tam aksine, adeta bize bunları yaptırmamak için kurgulanmış bir vaziyette.
Ailemiz, arkadaşlarımız, danıştıklarımız hatta danışmadıklarımız, hatta atalarımız, hayata bakışımızı ne yazık ki küçücük bir pencereye sıkıştırmaya çalışıyor.
Hayatım hep, neyi yapamayacağımı veya neyin olmayacağını dinlemekle geçti insanlardan.
– Evimizin arkasındaki duvara çıkarsam düşeceğimi söyleyen annemden başlayan çocukluğum,
– Haylazlık edersem adam olamayacağımı söyleyen çevrem,
– Ya da babası mühendis, büyükbabası ordinaryüs profesör olan biri olarak, üniversite okumazsam ‘bi bok’ olamayacağımı söyleyen insanlarla devam etti bu hayati tavsiyeler.
Baskı yaptılar mı? Hayır, hem de hiç. Ama hep duydum ya da hissettim bu duyguyu.
– Spor yaparken neyi kazanmamın imkansız olduğunu,
– Koleksiyon yaparken neyi bulmamın imkansız olduğunu,
– Bi kıza takılırken o kızın benim için nasıl imkansız olduğunu,
Hep hep hep devam etti bu, tüm acımasızlığıyla ve tüm zamanlarda.
Bugün kesildi mi sanıyorsunuz?
– Arkadaşlarım, bu kadar hızlı otomobil kullanmaya devam edersem ‘fazla yaşamayacağımı’ söyler durur,
– Bankam, bu krediyi kullanırsam ‘ödeyemeyeceğimi’, yarısını kullanmamın daha akılcı olacağını söyler durur,
– Karım, insan ilişkilerimde bu kadar detaylara takılırsam, ‘hiç arkadaşım kalmayacağını’ söyleyip durur (ki o haklı bence).
Bir de ‘şey’ var; ‘Ne gerek var abi?’
– Arar en iyisini bulursun, ‘Ne gerek var abi’.
– Uğraşır, yaptığın işin detaylarında kaybolursun, ‘Ne gerek var ki abi’.
– Yatırım yaparken elindekini avucundakini harcar, bi’ de üstüne borca girersin, ‘Ne gerek vardı ki abi’.
İnsanlar kendi yapamayacakları ya da yapmaya cesaret edemeyecekleri şeylere sizi de ortak etmek istiyor sanırım.
Her kim söylemişse bir de ‘ata sözlerimiz’ var bizim…
Ve bunlar ‘törpü taşı’ gibi laflar çoğunlukla.
Kendileri bir halt becerememiş bir takım tipler, biz iyi bir iş yapıp onları gölgede bırakmayalım diye söylemiş olsa gerek tüm bu gereksiz lafları.
– Eski köye yeni adet getirmememizi,
– Ayağımızı yorganımıza göre uzatmamızı,
– Keskin olursak küpümüze zarar vereceğimizi, falan söylemişler.
Ve işin daha da kötüsü bu laflar yıllar boyu, ruhsuzlar, mutsuzlar ve cesaretsizler tarafından benimsenmiş ve tabii ki beceriksizlerine kılıf olmuş.
Arada iş hayatımı, yaşadığım krizleri, iflaslarımı ve tekrar ayağa kalkma çabalarımı anlatmıştım.
Paraya hep ‘depodaki yakıt’ muamelesi yaptım hayatımda.
Çiçek gibi sepetime toplayacağıma, yakıt gibi yol alabilmek için kullandım para denilen şeyi.
Bazen çok yakıtım oldu, bazen az.
Bazen borçla doldu depom, bazen kırmızı ışık yandı, bazen de yolda kaldım.
Ama hep bir bidon daha bulup yola devam ettim.
Belki daha az kazandım ama hep o aykırı biri olmanın heyecanı daha mutlu yaşattı beni.
Belki daha az kazandım, ama insanların o şaşkın bakışları hep daha çok motive etti beni.
Ve bütün bu ‘Yapma’, ‘Olmaz’, ‘Yapılmaz’, ‘Böyle iş mi olur’, ‘Bu kadar masraf mı edilir’leri birleştirdiğim hayatımda, hatalarım ve başarılarımla, işe koşa koşa giden, eve koşa koşa giden, her karşıma çıkan işe istersem seve seve vakit ayırabilen, çok çok çok mutlu bir insan oldum.
Hatta bu ‘Yapamazsın’lar, ‘Edemezsin’ler benim için hep bir kamçı görevi gördü diyebilirim.
Hep güldüm içimden, ‘Yapayım da gör’ dedim.
Bir şeyi yapmadan önce herkesi dinledim, ama yaparken hiç kimseyi dinlemedim.
Sadece ve sadece kendi istediklerimi yaptım.“
Ve şöyle bitirmiştim o gün konuşmamı:
“Kıssa dan hisse, söylemek istediğim şu ki..
Neyi yapıp neyi yapamayacağınızı sadece ama sadece siz bilebilirsiniz, kimse sizden daha iyi bilemez.
İnanın bilselerdi zaten kendileri yaparlardı.
Lütfen hiç ama hiç kimseye kulak asmayın ve hayatınızda neyi yapmak istiyorsanız, cüret edin ve onu yapın.“
Önümüzde yeni bir yıl var.
Ne eskilerinden daha iyi olacak ne de daha kötü.
Sadece yaşayacak ve hatırlayacak olduğumuz bir yıl daha (Umarım hepimiz için daha çokları olur).
Tavsiyem; sağlığımıza dikkat edelim, kendi işimize bakalım, ailemize ve sevdiklerimize zaman ayıralım ve dolu dolu, doğruları ve yanlışları, güzellikleri ve zorluklarıyla hatırlanmaya değer bir yıl daha yaşayalım.
Hepimize sağlık ve mutluluk dilerim.
Yeni yılda kulağınızda kalması dileğiyle birkaç sevdiğim lafı paylaşayım istedim:
– Mantıklı insan kendini dünyaya uydurur; mantıksız insan ise dünyayı kendine uydurmaya çalışmakta ısrar eder. Bu nedenle tüm gerçek ilerlemeler mantıksız insanlara bağlıdır.
– Başarı, başarısızlıktan başarısızlığa coşkunuzu kaybetmeden gitmekten ibarettir.
– Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse Michelangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’ in beste yaptığı veya Shakespeare’ in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar iyi süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes durup “Burada dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş” desin.
– Kalite, anlamlı ayrıntılara gösterilen ödünsüz özdendir.
– İnsan bazen güçlü olmak değil mutlu olmak ister.
– Mutluluk, doğanın bir sınavı ve onay işaretidir.
Bu da siz öyle yapmayın diye:
Millet kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor
Sorumluluktan korktuğu için çalışmaktan korkuyor
Eleştirilmekten korktuğu için konuşmaktan ve yapmaktan korkuyor
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğinin kıymetini bilmediği için
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey veremediği için
Ve aslında ölmekten korkuyor, yaşamayı bilmediği ve beceremediği için.
PrintPocketPinterestFlipboardTumblrWhatsAppTelegramPush to Kindle