MEHMET AKSEL'DEN

Çalışanlarımız

090.12.2021

Geçen hafta bir arkadaşımla sohbet ediyoruz.

 

Senelerini devirmiş ‘köklü‘ bir işletmeyi devraldı, baştan aşağı yenileyip bambaşka bir konseptle hizmete sokacak. Açmak üzere.

“Ya Memo” dedi, “Oteli devraldığım ilk hafta mutfağa girdim, pislikten midem bulandı, personel yatakhanesine girdim, penceresiz, havasız, köpek bağlasan durmaz bir yerdi; şimdi gel de gör bak çocuklar nasıl bir ortamda çalışacak ve nasıl misafirlerle benzer standartlarda konaklayacaklar.” 

(Köpek bağlasan durmaz, eski bir deyiş, yalvarıyorum hayvan hakları falan düşünmeden, sadece basit bir deyiş olarak okuyun ve demek istediğime odaklanın)

Bu aslında acıklı halimizin bir perfeksiyonist tarafından teşhisi ve tedavisi.

Geçen haftaki yazımı okuyanlar hatırlayacaktır, bir işin iyi olması için ya mükemmeliyetçi bir sahibi ya da doğru konulmuş kuralları ve ciddi işleyen bir denetim mekanizması olması gerekliliğinden bahsetmiştim.

Ara ki bulasın; ama burada değinmek istediğim konu bambaşka.

Bazılarının çalışanlarına ‘sonuncu sınıf insan’ muamelesi yapmasını çocukluk yıllarımdan beri anlayamamışımdır.

Adam çalışanına köle gibi davranır, üç kuruş zammı çok görür, sonra gittiği tüm yerlerde millete bol sıfırlı çil banknotlarla bahşiş dağıtır.

Dış dünyaya ülkenin hatırı sayılır hayırseveridir; ama çevresindeki ona çalışan, onu rahat ettiren, ona hayatı kolaylaştırıp bu güzel hayatı yaşamasına sebep olan hiç kimseye üç kuruşluk faydası yoktur.

İşte bu açgözlülüğü ve bu umursamazlığı anlayamamışımdır çocukluğumdan beri.

Yahu insan önce kendine yakın, kendine faydası olan insanların ihtiyaçlarıyla ilgilenir ki o insanlar da sana gözü gibi baksın.

İnsan önce kendi çalışanlarını mutlu eder ki onlar da senin işini yaşatsın ve büyütsün.

İçinde olduğum yiyecek içecek sektörünün en önemli sorunudur mesela personel.

Hem bulması zordur, hem tutması.

Ben bu personel araklanması işine de hiç akıl erdirememişimdir.

Kariyerinde bir zıplama yapacak personeliniz gitti ise siz bununla gurur duyun, teşvik edin, hatta gitmesine yardım edin, ön ayak olun ama öteki taraftan mutlu bir çalışan sizi ya da sevdiği işini neden bırakıp gitsin ki?

En önemli istifa nedeni, işveren tarafından değer görmemek

İnternetten üşenmedim baktım.

Stanford Üniversitesi tarafından 2021 yılında gerçekleştirilen kapsamlı bir araştırma, özellikle pandemi döneminde istifaların en büyük sebebinin, işverenlerin çalışanlarına yönelik tutumu olduğunu göstermiş.

Bu araştırmanın verilerini toplayan JUST Capital’in baş stratejisti Alison Omens, BBC’ye verdiği demeçte, “Verilerimiz son yıllarda çalışanlar için en önemli şeyin şirketlerinin çalışanlara karşı tutumu olduğunu gösteriyor. Bunun içinde ücretler, yan haklar, iş güvenliği, fırsatlar, güvenlik ve eşitlik gibi farklı metrikler yer alıyor” demiş.

Bu da bir başkası…

McKinsey tarafından yakın zamanda gerçekleştirilen küresel bir ankette çalışanların yüzde 40’ı gelecek üç ila altı ay içinde iş değiştirmeyi düşündüğünü belirtiyormuş. İstifaların arkasında yatan en önemli nedeni de ‘yöneticiler veya şirket tarafından değer görmemek‘ olarak tanımlamışlar.

Gidenin yerine yenisini bulmanın daha maliyetli olduğunu bile idrak edememiş bir zihniyetin eseri bu.

Yazarken bile utanıyorum bunu, sanki kırılan iki bardağın yerine yenisini almaktan söz ediyoruz.

İnsan bunlar; hepsinin birer hayatı, ailesi, hepsinin bazı hayalleri ve umutları var ve bazı sektörler olaya sadece ‘turn over‘ diye bakıyor.

Neyse…

Beni biraz tanıyan ya da okuyan bilir ki benim araştırmayla istatistikle pek ilgim olmaz. İlgilendiğim tek şey içimden ne geldiğidir.

Senin elemanın…

– Hak ettiği ve insanca yaşamasına yeten maaşı alan, varsa bile maddi endişesi en azından çalıştığı kurumdan dolayı olmayan,

– Güvenilir bir sigortası, rahat bir geliş gidişi, sağlıklı ve yeterli bir yemeği olan,

– Mesleği ya da kişisel gelişimiyle ilgili, kendinin de inandığı eğitimler alan,

– Hangi rütbede olursa olsun üstleri ve iş arkadaşları tarafından fikirlerine kıymet verilen, ‘var olduğu, eşit olduğu‘ hissettirilen,

 – Ve tabii ki iş ortamında tehditler değil fırsatlar bulan bir kişi ise

hikaye budur.

Aidiyet hisseden işte bu insanlar işine sarılır, sabah işe giderken mutlu hisseder, bu insanlar özel kaygılarını nispeten dışarıda bırakıp içeri girer ve güler yüzlü, tutkulu ve umursayan bir şekilde çalışır.

Bence bu konunun dersini koymak lazım okullara.

Kendimizi daha doğru tanımak ve ulusal ya da uluslararası alanda büyürken daha sağlıklı ve bilinçli adımlar atabilmek adına, MSA’nın içinde yaptığımız ve neredeyse bir yıldır devam eden bir çalışmadan bir-iki alıntı yapmak istiyorum müsadenizle; tam olarak bittiğinde yayınlanacak bir çalışma bu.

– Marka: Tutkuyu mesleğe/pratiğe dönüştürme yolundaki rehber.

– Çalışanlar: Ortak hedef için bir araya gelmiş, her biri bir diğerinin konusunda çok iyi olduğu için takımda olduğunu düşünen ve çalışma arkadaşından gurur duyanlar topluluğu.

– Çıkarım: MSA’lı olmanın bir gurur kaynağı olduğu aidiyet dünyası.

Sevmiyormuşum değil mi araştırmayı?

Allahtan bizimkiler seviyor,

Allahtan ben de araştırılmaya değer bir şeyler üretebiliyorum.