İmkansız
03.12.2021
Sabah uyandığımda eğer televizyonu açarsam, genelde kanallar arasında geziniyor ve tıraş olur ya da duş alırken kulak misafirliği yapacağım kafama ya da havama göre bir program bakınıyorum.
O kadar alakasız olabiliyor ki seçimlerim şaşırırsınız. Bazen bir haber programı oluyor bu, bazen Discovery’de bir otomobil, bir eskici programı, bazen Euro Sport’da bir bilardo müsabakası, bazen de National Geographic’de bir belgesel ya da Mezzo’da bir gösteri/konser.
Genelde ‘haberler‘den kaçınıyorum, sebebini anladınız siz.
Evvelki sabah saat 08:00 sonrası kanallarda gezinirken (haberlerden kaçan ben) alt bandı okuyunca Haber Türk’te durdum.
Konu Ankara’da başlayacak Milli Eğitim Şurası, konuk da Türk Eğitim Derneği (TED) Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu idi.
Tabii eğitim lafını gören Mehmet’in antenleri hemen döndü ve bıraktım kumandayı elimden.
Genelde eğitim konusunda ‘Ne yumurtlanacak‘ ya da ‘Ne saçmalanacak‘ diye beklerim, ama beyefendinin konuşması beklentimin tamamen aksine, saygı duyduğum bir tonla başladı ve neredeyse tamamına katıldığım bir çerçevede ilerleyip son buldu.
İlk gün açılış konuşması olacak, dün çalışacak ve bugün de çalışmalarından çıktı alınacak (nasıl olacaksa) bir Türk Eğitim Şurası toplantısı varmış; o vesileyle davetliydi programa.
Özetleyeyim müsadenizle ana başlıkları…
– Ülkenin ekonomi, işsizlik ve benzer sorunlarının temelinde aslında ‘eğitim‘ ve tabii ‘nitelikli eğitim‘ olduğundan bahsetti ki çok haklıydı.
– Seçim kurtarmaktansa nesil kurtarmanın gerektiği gibi bir cümle kurdu ki çok güzeldi.
– Eğitimde fırsat eşitliğinin önemi ve gerekliliğinden bahsetti. Bence bu konu daha iyi vurgulanamazdı.
– Mesleki eğitimden ve mesleki eğitimin gün geçtikçe değişen tanımından bahsetti. Kendisiyle işte asıl bu konu üzerinde konuşmayı ve tartışmayı çok isterdim. Benim de ne fikirlerim var bu konuda paylaşmak istediğim, inanamazsınız.
– Eğitmenlerin nitelik ve saygınlık problemine değindi. Yine çok haklı olduğunu düşündüğüm ve kendisiyle saatlerce sohbet etmek isteyeceğim konulardan biri de bu aslında. Öğretmenlerin hem donanım, hem algı ve hem de finansal açıdan çok daha iyi bir seviyede olması gerektiğinde hemfikirim, bizim yaptıklarımızdan ve beraber yapılabileceklerden konuşurduk birlikte.
Neyse…
Bu başlıklar etrafında dönen sohbet çeşitli istatistik, rakam, karşılaştırma ve kurs/sınav gereksizliği de derken, benim aklımda yer eden iki haklı ana fikirle bitti.
Birincisi ‘nitelikli eğitim’, ikincisi ‘yetkin eğitmen’ ihtiyacı.
İlgiyle sonuna kadar dinledim programı.
Diğer konular tamam, dediğim gibi üzerinde oturup saatlerce keyifle konuşur tartışırım, ama mesleki eğitim direkt benim konum ve bu konuda hemen yazmak istediğim bir iki şey var müsaadenizle.
Bakın…
Bir işin iyi olması için iki şart vardır:
– Ya o işin vizyoner, perfeksiyonist bir sahibi ve/veya yapısı vardır ki bu nisbeten az rastlanabilen bir değerdir,
– Ya da o işi yapmak için konulmuş standart, kural ve kaideler ve bunu ödünsüzce denetleyen ciddi kurumlar vardır.
Komik ama taksilerden ve taksicilikten basit bir örnek vermek istedim birden.
Adam o kadar titiz, o kadar yaptığı işe meraklıdır ki otomobili ve kendisi tertemiz, navigasyon sistemi önünde, yaşadığı şehri de gayet iyi bilen/öğrenmiş ve hatta otomobilinde müşterileri için içme suyu, mendil, maske vs. bulunduran ‘tatlı çatlak‘ bir şofördür.
Ya da öyle kurallar konulmuştur ve öyle acımasızca denetlenir ki sektör, temizlik, yol bilgisi ve hatta fazlası, yönetmeliklerle belirlenmiş ve mecburi eğitimle aktarılmış olur. Sıkıysa uygulama.
Ara ki bulasın ülkemizde…
Neyse…
Ne diyordum? Bu ikisi de istisnalar hariç yürümez Türkiye’de, özellikle ikincisi.
Birincisine ara sıra rastlarız; başarı örnekleri ve aşk markaları görürüz ama özellikle ikincisinde, konulan kurallara uyma meyli ve denetimi ne yazık ki ‘sıfır‘dır (rakamla 0) ülkemizde.
Birincisinde ara sıra dedim ya…
Bu kategorideki girişimlerde genellikle insanımız vizyonsuzluğundan ve içeriksizliğinden dolayı taklit peşinde ve kötü olacağı önceden belli bir kopya yapma gayretindedir.
Örnekleriyle ben çok karşılaştım, eminim sizler de.
İkincisinde ise ne kural tanırız, ne yönetmelik.
Tüm kurallar esnetilmek, tüm yönetmelikler de çevresinden dolaşmak içindir ülkemizde.
Birincisi ayıp mıdır?
Tabii ki hayır.
Eğer yaratılmış bir fikir size ilham verdiyse ve siz bu fikrin içinizde uyandırdıklarıyla (salt kopya ederek ederek değil) ‘Daha fazla ne yapılabilir‘e odaklanacaksanız ve o işi geliştirip büyütecekseniz ne âlâ.
Mesela ben MSA’yı böyle kurmuştum.
Üstat Tuğrul Şavkay ve üstat Osman Serim’in 2002 senesinde kurduğu Mutfak Sanatları Merkezi’nden etkilenip bu iş müthiş yerlere gidebilir diye düşünmüş, önce birlikte yapmayı teklif etmiş, ama, “Biz artık yapmak istemiyoruz artık ama istersen sen yap” yanıtını (bir nevi gönül iznini) aldıktan sonra MSA’yı kurmuştum.
Bir örnek daha size.
Sene 2009, üçüncü nesil kahvecilerin pıtırcık gibi çoğaldığı dönem.
Bizim de aşçılık ve pasta ekmekçilik gibi profesyonel eğitimlerimizde iyice tecrübelendiğimiz ve eğitimlerimize yeni başlıklar, öğrencilerimize farklı programlar çıkartmak istediğimiz zamanlar.
Klasik MSA davranışı, hemen bir beyin takımı kurduk, arkasından bir SWOT analizi ve akabinde Türkiye’de kahve denince akla gelecek ilk ismi ekibimize katılmaya ikna ettik.
Sonra onunla birlikte dünyadaki neredeyse aklı başında tüm barista eğitimlerini inceledik. Çoğunun içinde iyi bölümler vardı ama nedense hiçbiri bir bütün olarak içimize sinmedi ve en sonunda karar verdik ki biz bu programlardaki tüm iyi yanları alıp üzerine yeni dünya gerçeklerini, üzerine Türkiye gerçeklerini ve bu işin finansını da (hep unutulmuş) ekleyip dünyada eşi benzeri olmayan bir profesyonel barista eğitimi yaratalım.
Program ortaya çıktığındaki mutluluğu o gurubun o anda yüzünde görmenizi isterdim.
Son bir iş kalmıştı ve biz öyle bir sınıf kurduk, öyle bir ekipman parkı oluşturduk ki değme dünya markası küçük dilini yutuyor.
Kopyalama var mı? Tabii ki.
Geliştirme var mı? Üff.
Salt kopyacılık, yapılmış bir işi olduğu gibi doğru veya başarılı kabul etmektir (bu kabul benim ruhumda yok) ki bence en güzel fikir veya sistem bile sorgulanabilir. Sorgulanmalıdır da. Çünkü ihtiyaçlar da bilgi de öngörü de sabit kalmaz, kalmamalı; günün ihtiyaçlarına göre değişir de gelişir de. İş ki iyiye kullanın ve yapmak isteyin.
Birincisinden uzunca bahsettim, biraz da ikinci yöntemden bahsedeyim. Gelişmiş ülkelerde neredeyse her konuda rastlanan…
Neydi?
Kurallar, yönetmelikler.
Türkiye’de?
İmkansız.