Yurdunla fark yaratmak
23.09.2021
Bu sabah Oray Eğin’in dünkü harika yazısını okuyarak güne başladım ve ne yalan söyleyeyim, çok kıskandım.
Mutlaka okumanızı isterim ama haddim olmayarak özetlemem gerekirse, öğrencilerin barınma problemlerinden başlayarak, üniversitelerin kifayetsizliğinden, akademisyenlerin yetersizliğinden, mesleki eğitim kelimesini kullanmasa da dolaylı olarak önemi ve gerekliliğinden ve en nihayetinde de benim her zaman savunduğum bir konu olan üniversitenin bireyin hayatındaki tek ve mecburi eğitim seçeceği olmadığından bahsetmiş diyebilirim.
Yazının bir yerinde sütten ve ekmekten konuyu açtıktan sonra peynirden o kadar güzel bir ‘üçlü’ ile örnek vermiş ki, yine müsaadesi ile yazısının geneline atıfta bulunarak o bölümü açayım.
Beş kuşaktır peynir yapan Fransız köylüsü…
– Yaptığı işten utanmıyor (Ne kendisinin ne de ailesinin üniversite mezunu olunması gerektiği gibi bir takıntısı yok.)
– Ortaya çıkarttığı ürün konusunda ödüllendirilerek onurlandırılıyor (Bu aynı zamanda bir rol model oluşturup başkalarını da bu yolda özendiriyor.)
– Aynı zamanda harika da para kazanıyor.
Bir dördüncüsünü de ben ekleyeyim; mutlu ve huzurlu.
Yazısına başlık da olan bu ‘öğrencilerin konaklaması‘ konusu, çok uzun zamandır üzerinde düşündüğüm bir konu.
Ben MSA’nın sahibiyim.
Çok iyi olduğunu düşündüğüm özel bir meslek okulum var.
Öğrencilerim ücretini ödüyorlar ve eğitimlerini alıyorlar.
Bazen pahalı olduğumuzu düşünenler de oluyor ama onları diğer okullar gibi olmadığımızı anlamaya ve giderlerimizin diğer normal okullarla göre çok önemli farklılıklar taşıdığını görmeye davet ediyorum.
Açayım.
Bizim okulda 100 adet buzdolabı, 80 adet fırın, 230 adet pişirme ekipmanı, 700 adet tezgah üstü ekipman, 15 adet endüstriyel bulaşık makinesi, 8 adet buzhane, çatıda ve yan duvarlarda ise 110 adet havalandırma ve iklimlendirme makinesi ve bunların da yanısıra birbirinden farklı onlarca elektrik, gaz ve su kullanan alet var. Tüketim miktarlarını bir düşünün lütfen.
Bizim okulda haftada 7 gün, sabah, öğlen, akşam, gece ve hafta sonu, 35 sınıfta, 1 restoran ve 2 dükkanda sürekli olarak 50 kişilik, hastalık derecesinde temizlik işi var. İş gücünü ve tüketim miktarlarını bir düşünün lütfen.
Bizim okulda her gün 1.000’e yakın öğrenci, 30’un üzerinde MSA eğitmeni ve onlarca konuk eğitmen o 35 adet sınıfta yemek pişiriyor, kahve yapıyor, miksoloji yapıyor. Yemekhanemizde her gün 300 küsur kişiye yemek çıkıyor. Düşünün lütfen en kalitelisinden et, balık, yumurta, sebze, meyve, başta olmak üzere yiyecek-içecek malzemesi giderlerini.
Üstelik yurtdışında benzer iyi okulların fiyatlarının 30 bin, 40 bin, 50 bin, 60 bin Dolarlar seviyesinde olduğunu düşünürseniz, yanıbaşınızdaki çok iyi (çok daha iyi) bir okulun müthiş çalışmaları ve tabii ki sponsorları sayesinde 5 bin Dolarlar seviyesinde bir fiyatı korumasını anlayışla (hayretle) karşılarsınız sanırım.
Bakın burada amacım, biz ne iyi bir okuluz, fiyatımız da ne kadar bilmem ne falan reklamı değil; bilen biliyor, gelmek isteyen de zaten geliyor.
Amacım bambaşka bir konuya atlamak.
MSA olarak bizim işimiz eğitim, mesleki eğitim.
İçinde olduğumuz sektör de eğitim sektörü. Çoğu insan bizi yiyecek-içecek sektöründe sansa da konumuz yiyecek-içecek ama sektörümüz eğitim.
Dolayısı ile paramızı da eğitimden kazanıyoruz.
Yukarıda detay vererek listelediğim genel gider ve maliyetleri dikkatinizi çekmek, gözünüze sokmak ve beni bir nebze beni daha iyi anlamanızı sağlayabilmek için özellikle yazdım.
Şimdi geleyim asıl anlatmak istediğim o bambaşka konuya.
Para tabii ki kazanıyoruz. Çalışma arkadaşlarımız ve aileleri de dahil neredeyse 1000 kişi ekmek yiyor bu okuldan. (Senede 2 bin öğrenci de kendisi ve aileleri için ekmeğini kazanmayı öğreniyor)
Ama tekrar yazıyorum biz MSA olarak sadece ve sadece eğitimden para kazanıyoruz, yan işlerimiz ve yan gelirlerimiz yok. Olmamalı da bence. Kitaptan da para istemeyiz, önlükten de, ceketten de, bıçaktan da, başka bir şeyden de. Öğrenciler sadece ve sadece eğitimlerine konsantre olurlar. Başka hiçbir endişeleri olmamalıdır kanımca.
Bana gelince, tabii ki para kazanmalıyım, tabii ki çalışmamın karşılığını almalıyım ama yaptığım işi de çok sevmeli ve onu en iyi, en tutkulu şekilde yapmalıyım.
Kendimi bildim bileli hissim ‘ben tuvalet işletsem dünyanın en güzel tuvaleti benimki olurdu ve herkes benim tuvaletime gelip yapmak için sıraya girerdi’ şeklinde olmuştur.
Bu şekilde benim parayı değil, paranın mecburen beni takip ettiğini düşünürüm hep.
Şimdi gelelim esas söylemek istediğime.
Bence her okulun kendi öğrencilerine özel konaklama imkanı olmalı.
Kütüphanesi olması, kantini olması ya da tuvaleti olması gerektiği gibi, okul olmasının şartlarından biri de ‘kendi öğrencilerine barınma imkanı tanıması’ olmalı.
Nasıl banka olmanın ya da hastane olmanın şartları çeşitli ve bazen de ağırsa, okul olmanın şartları da aynı şekilde, ‘kolay olmamalı‘dır bence.
Para kazanma güdüsü ve beklentisi olmayan bir konaklama, sadece masraflarını fiyatlandıran, sadece kendi öğrencilerine açık olan ve bunlardan da kesinlikle ödün vermeyen bir sistem.
‘Çünkü ben zaten paramı eğitimden‘ kazanıyorum demeli okul.
Basit (ve saçma) örneklerle anlatmaya gayret edeyim.
Kütüphanesiz okul da var, kütüphaneli okul da. Spor salonu ve imkanları da aynı şekilde. Okul kütüphaneden ya da spor imkanlarından para kazanıyor mu? Hayır. Ama kütüphanesinin kalitesi okulun tercih değerini yükselten onlarca ‘değer‘den biri oluyor.
Okullar böyle bir konaklama imkanını;
– Sadece kendi öğrencileri için yapsa ve bu kuralından kesinlikle ödün vermese,
– Zaten asıl sorumluluğu olan eğitimden para kazandığı için bunu da bir yan gelir olarak görmese,
– Konaklama imkanı da öğrenciler için kütüphaneden faydalanma, spor salonundan faydalanma gibi değerlerinden biri olsa okulun.
Güzel olmaz mı?
Bu şekilde her okulun insani şartlarda yaşanacak güzel yurtları olur, genel giderleri, yatırım ve onarım maliyetleri çıktıktan sonra da kaba hesapla bugün şartlarında öğrenciler için neredeyse yüzde 35-40’lara varan bir fiyat avantajı olurdu.
Bir okulun başarısını doğru donanımlı mezunlar anlatır değil mi?
Unutmamamız gerekir ki, bu imkanı öğrencilerine sağlayabilen ve eğitim süreçleri boyunca öğrencilerini kendi yurdunda ağırlayabilen bir okul, öğrencilerine eğitim boyunca o akşam nerde kalabileceklerini düşündükleri değil, sadece ve sadece eğitimlerine odaklanabildikleri bir rahatlığı sağlayacaktır.
Okulun organik bir uzantısı olarak yurt, okulun ruh ve DNA’sını konaklama sırasında da öğrencilerine hissettirecek ve büyük bir çatı altında bir aile olma imkanını sağlayacaktır onlara.
Onun için Koç ya da Boğaziçi bir başka.
Okulun öğrencilerine aşıladığı ruha uygun bir yurtta kalmak, aynı zamanda öğrencilere hem birbirlerini iş yaşamı öncesinde tanımayı/desteklemeyi öğretecek ve hem de kim bilir belki de ileride ortak iş kurmalarını bile sağlayacaktır. Hatta belki mezun bile olmadan.
Okul konaklama sırasında eğitimini destekleyen bir takım fasilitelerle öğrencisini sınıflarının dışında bile destekleyebilir.
Olanaklar o kadar çok ki.
Her şeye ‘para kazanmak gerek’ gözüyle bakan bir toplumda (dünyada) olur mu?
Zor.
Yapan var mı?
Var.
MSA için yapılabilir mi?
Bizim adımıza tekrar ve tekrar üzerinde çalışacağım.