MEHMET AKSEL'DEN

İndirim istemiyorum!

01.04.2021

Geçen hafta mailime bir mesaj düştü. Aslında bizim okulun ‘info’suna gönderilen bir mesajı bana yönlendirmişler.

Diyor ki: “Mehmet Bey’e ulaştırılması ricası ile; Mehmet Bey merhaba, ..’da çalışıyorum, sizi rahatsız ediyorum, oğlum sizin hayranınız, sizinle tanışmak için ölüyor, müsaade ederseniz bir gün buluşmak ve sizinle sohbet etmek istiyor.” Kendileri ulaşanlar da var ama bu sefer anneden yardım istenmiş sanırım.

 

Sıklıkla okullar ve diğer organizasyonlara konuşmaya davet edildiğim ve “Yapabilirsiniz korkmayın”ı anlattığım için gençlerin benimle konuşmak istemesine alışkınım. Hatta bunu yazmak bile saçma geliyor artık.

Aksine onları biraz daha zorlayabilme fırsatım olduğundan (bana ulaşmaya çalışmasından belli bir heyecanı olduğu) fazlasıyla keyif aldığımı da söyleyebilirim bu buluşmalardan.

Mailde gördüğüm hanımefendinin adresine hemen bir mesaj yazdım ve özetle “Tabii ki, memnuniyetle buluşalım” dedim.

Akabinde cevap vermemi hiç beklemediğini belirten ve teşekkür eden bir mesaj aldım ve ben de cevap olarak, “Haftaya mesajlaşalım, mutlulukla bir zaman ayırıp oğlunuzla buluşacağım” diye yazdım.

Pazartesi sabahı saat daha 9, günaydın, mesajlaştık ve öğleden sonra buluşmak üzere sözleştik.

Aslında bu tür ısrarları daha da takdir ettiğimi itiraf etmeliyim, ben de olsam böyle yapardım. Kafama birini ya da bir şeyi takayım, kurtulabilene aşkolsun durumu.

Şöyle bakıyorum olaya: Annene mesaj yazdır, mesajı takip et, cevabı alınca karşı tarafı (rahatsız etmeden) sıkıştır. Daha haftanın ilk günü, sabahın ilk ışıklarıyla ara, randevuyu kopart, ısrarcı ol, o gün görüş.

Harika. İşte içimde yıllardır beslediğim canavarın bir benzeri.

Oğlanın müthiş bir hevesi, sağlam bir hedefi ve törpülenmez bir tutkusu olmalı.

Ve itiraf edeyim bayılıyorum böyle insanlara aklım ve bilgim yettiğince de yardım etmeye çalışıyorum.

Aşçılık okumak istediğini söyleyen, internet sitesini yalayıp yutup daha fazla bilgi ve fikir isteyen de var, pastacılık okumak isteyip güven tazelemek isteyen de… Barmenlik okumak isteyip kafasında soru işareti olanlar da var, deliler gibi barista olmak isteyen ama bütçesinde zorlanan da..

Ya da bambaşka, alakasız bir konu da olsa girişimi veya yatırımı veya fikirleri konusunda konuşacağı, tartışacağı bir ‘abi’ arayan var.

Konuşmalarımı dinlemiş, yazılarımı okumuş ya da MSA’yı takip etmiş ve etkilenerek kendi başarı hikayesini kovalayan birçok tutkulu insan var.

Bu tutkuda ne var?

Fikir var, heves var, inat var, var oğlu var.

Bakın, kimseyi hor görmek değil amacım.

Misafirlerim öğleden sonra 3’te geldi. Buyur ettim, ne ikram edebileceğimi sordum ve tüm hoşgeldin beş gittin bittikten sonra genç arkadaşıma döndüm (Konuşmamızı başından ortasına ekleme ya da çıkartma yapmadan direkt aktarıyorum).

 – Ne yapabilirim sizin için?

 – İndirim.

 – Ne indirimi?

 – Eğitimlerde indirim.

 – Hangi eğitimde?

 – Bilmem, hangisi olursa.

 – Hangi eğitimi beğendin, hangisini inceledin?

 – Hiçbirini.

 – Bana hayranmışsın, neyimi beğendin de buradasın?

İfadesiz bir surat, haberi dahi yok ne olup bittiğinden. Anne bir taraftan bakıyor, nasıl bu duruma düştüğümüze.

Sohbetin devamını yazımın sonuna saklayacağım müsaadenizle.

Saygısızlık, hedefsizlik (hedefin indirim almak olduğu belli ama keşke tutkuyla yanıp tutuştuğu bir mesleki eğitimi almak olsaymış amacı) gibi birçok konu var aslında bu işin içinde, ama birini özellikle ele almak istiyorum bu yazıda.

İndirim.

Galiba hayatta hiç hoşlanmadığım kelimelerden biri ‘indirim.’

Kime, niye ve nasıl yapıldığı belli olmayan indirimler.

Çocukluğumdan beri rahatsız eder bu kelime beni.

Yapana da yapılan ürüne ya da hizmete de bir güvensizlik, bir inançsızlık duygusu yaratıyor bende.

Öyle ya sen bir ürün teklif ediyorsun, sana bir maliyeti var. Sen dürüst bir insansan/kurumsan ve ürününü maliyetinin üzerine makul bir kar koyup satıyorsan, ürün de sezonluk değilse…

Bazen yüzde 50 indirim görüyorum, nasıl bunun üzerinden yüzde 50 indirim yaparsın ki? Ya öncesinde beni kazıklamaya çalışıyordun ya da bana eksik bir mal satıyorsun.

Soğuyorum üründen de satandan da.

Seneler önce MSA’yı ilk kurduğumda kesinlikle telaffuz bile edilmemesini rica ettiğim iki üç kelimeden biriydi ‘indirim.’

Arkadaş, “Benim indirim yapacak ürünüm yok, maliyetim belli, sponsorlarım belli, üzerine koyduğum kar oranım makul, fiyatım da bu. Beğenen alır, beğenmeyen almaz. Bir kişiye de yüz kişiye de… Fiyatım hep aynı benim” demiştim.

Söz konusu bile değildi indirim.

Şimdi şöyle bir durum var:

Diyelim ki vadedilen hizmet bir ‘mutfak workshop’u.

Kullanılacak ürün ve malzemelerin satınalma maliyeti belli, genel giderlerin katılımcıya oranı da belli. Hizmet sonrası vergilendirilecek oran da belli. Yapılması gereken nedir? Üzerine makul bir kar koyulur ve hizmet satışa sunulur değil mi?

Ama sen ‘Yüzde 40 iskonto’, ‘İki alırsan bir bedava’, ‘Yüzde 70’e varan indirim‘ falan dedin mi, işin ne matematiği ne de güvenilirliği kalıyor.

Şahsen bu gibi durumlarda indirim oranından çok, indirimden önceki kazıklanma oranım ve karşımdakinin açgözlülüğü gözümün önüne geliyor.

Özetle indirim sevmiyorum ve indirimle alınan ürünün daha alırken alıcı gözünde değerinin düştüğünü düşünüyorum.

‘Lovemark’ (aşk markası) diye bilinen hiçbir marka indirimle müşteri avına çıkmaz. Aksine hiç beklemediğimiz ya da ihtiyacımız olduğunu bile bilmediğimiz katma değerler sunduğunu görürüz hep bu markanın.

Bir önemli konu da sadakat tarafı bu indirimin.

İndirimle gelen müşteride sadakat yaratmak mümkün değildir (Belki de benim kafamda direkt canlanan duygunun herkesteki bilinçaltı tezahürü).

İndirimle kazanırsınız -o an için- müşteriyi, sonra daha fazla indirim veren bir başka marka veya satış noktasına kaybedersiniz aynı kişiyi.

Sonuç olarak bitmek tükenmek bilmeyen indirim savaşları serisi, yerlerde sürünen marka imajı ve kısır bir döngü.

Tabii ki burada sezonsal indirimlerden (kaldı mı bilmiyorum) ya da şirketlerin sonlanma operasyonlarındaki indirimlerden bahsetmiyorum.

Bahsettiğim başka bir indirim türü, herkese oynak, herkese farklı, herkese “Hallederiz abi” diye sunulan indirimler. Bazen de titrin oluşturduğu sanılan reddedilemezlik duygusu oranında bir indirim talebi.

Ya da kredi kartına indirim, bilmem ne gurubuna indirim, fırsat indirim indirimi, vs.

Bazen indirim istemeyene bile indirim teklifi.

İhtiyaç ve beklentileri anlamak ve karşılamak yerine herkesi aynı kefeye koyup ‘Sen ürünümü indirimle al, başka da bir şey bekleme benden’ anlayışsızlığı ve belki de kolaycılığı.

Hepsi birbirinin aynısı ürünlerin sadece indirim vaadiyle akıl çelme gayreti.

Daha birçok uzantısı var bu indirim konusunun ve değil köşe yazısı, ince bir kitap yazabilirim bu konuda, ama çok da uzatmak istemiyorum.

Yazmak istediğim ama yazamadığım işin bir de ters tarafı var ki sormayın gitsin.

Aracı mecraların satın alma yaparken üretici ya da tedarikçilere uyguladığı acımasızlıklar. Aylarca ödememek, kar marjlarını neredeyse sıfırlamak. Nefes almalarını engellemek ve sonra da bunu sanki kendi müthiş indirimleriymiş gibi müşteriye ilan etmek. İçim acıyor.

Aslında sadece indirimi yazacağım bir hafta kovalıyordum ve çok daha da detaylı yazmak istiyordum indirim konusunu, ama bu hafta bu hikaye “İndirim isterim” diye başıma gelince dayanamadım.

Hanımefendi ve oğluyla sohbetin devamı mı?

Boşverin.